bulutlar gökyüzünü kuşatınca gelir yağmur saatleri yeryüzünde yeşerir bir cennet bahçesi sıcak bir çay demlenir…
Alıntılar
uzak bir diyardan yazılan mektuplar ve pulları arasındaki diyarlar gözlerini kapatıp açınca ruhunu alan yazılar…
Gök Alp’e ithaf Kalplere serptiğin kıvılcımlardan Bir ışık yanıyor ey büyük nebî… Gönüller, zâtını bize…
Arzularım muayyen bir haddi aşınca Ve kulaklar sözlerime sağırlaşınca Bir ihtiras duyup vahşi maceralara Çıkıyorum…
Seneler sürer her günüm, Yalnız gitmekten yorgunum; Zannetme sana dargınım, Ben gene sana vurgunum. Başkalarına…
anlatmak gerek bazen bu tek kişilik hayatı ne de olsa tek karakterlik bir alandı başka…
piyanonun tınıları arasında yorulan eller yavaş yavaş düşen cümleler çaresiz sessiz bir şekilde uzakları izleyenler…
masalsı hikâyeye mi dönmeli yoksa bu gecenin ardında mı kalmalı hayat karanlığın içinde bekleyenleri mi…
gecenin engin karanlığında boğulan İstanbul’u izliyordum yorgun gözlerle akşamın habercisi olan kırmızı tonları gökyüzünü kaplarken…