Zaman geçtikçe empati taşınması güç bir yük halini alıyor. Televizyonda herkes büyük İstanbul depreminin senaryolarını yazıyor. Öyle şeyler söyleniyor ki insan ister istemez oradan çıkıp kendine bakıyor. O kadar da değil dediğimiz ne olmadı ki? Ne kadar, nereye kadar hazırız ki?
Bu süreçte bir ikilemde kaldım. Siyasi düşünmek ve düşünmemek. İkisi de mümkün değil aslında ama bir yerde de tam tersi. Duygular ağır basarken siyasi düşünemeyen insan, en çok da o anlarda siyasi düşünüyor aslında. Tarifsiz bir kısır döngü. O insanların hali yürek dağlarken, o insanlar neden bu halde diye sormuyor muyuz ya da sormamalı mıyız? Dünü olmayanın şimdisi, yarını olmaz ki.
Hak aramanın bile anlamsız geldiği günler. Hakkını aramak isteyeceğimiz insanların çoğu şimdi yoklar. Muhteşem bir milletiz, namusluyuz, misafiperveriz, vicdanlıyız ama inşaattan çalarız, üç kuruş fazla kazanmak için atmayacağımız takla olmaz, sıcağı sıcağına yenen rüşvetin lezzetine diyecek yoktur bizde, felaket oldu mu birlik olur her şeye zam yaparız ama namusluyuz.
Ülkemi ve insanımı çok seviyorum. Canımın yanması bundan.
Sözlerim yoruldu.
Hislerim acıyor.
Keşke her şey lafta olsa. Hoş, o zaman da batırmanın bir yolunu buluruz biz peynir gemisini.
Servet Eren