Sosyal medyada yazılanları takip ediyorum. Sürekli yeni adresler düşüyor önüme. Geri paylaşıyorum bir işe yarama ümidiyle. O adreslerin akıbetini düşünmek acı veriyor çünkü görüyorum, her şey acı acı ortada.
Bir kalem dostumuzun Maraş’ta olduğunu biliyordum. Adresine kadar vardı, kargo gönderimi için. Depremi öğrenir öğrenmez ilk ona ulaşmaya çalıştık ama dönmedi. Saatler geçti, koca gün bitti. Dönmedi. Mahallesini, sokağını arattım sosyal medyada defalarca, en ufak bir bilgi alamadım. Kötü hissediyordum. Hiç yüz yüze gelmedik, hiçbir ahbaplığımız olmadı ve belki olmayacaktı da ama yol arkadaşımız, neredeyse en başından beri bizimle yürüyen bir arkadaşımız. Onun ve ailesi için dua ettim. Sonra birden başka bir yerde adresiyle birlikte telefon numarası olduğunu fark ettim. O numara derin bir nefes aldırdı bize. İyilerdi. Haberi aldığımda çok ağladım. Sanki deprem üzerine olan tüm hislerimi o an boşaltmıştım.
Gecenin geç saatlerinde bir paylaşım düştü önüme. Açlıktan ölmek üzere olan bir bebek… Yakın olan biri var mı diyorlardı. Açlık ve bir bebek. Bu ölümcül bir çaresizlik. Yudum yudum kaynar sular içmiş gibi yandı içim. “Yoldayız.” diyen birini takibe aldım sonra. Bir saate yakın zaman ondan dönüş bekledim. O bebeğe sarıldım kendi kendime. Umutla bekledim. Sonra yetiştiklerini öğrendim. Yine ağladım. Bu da olmasın dedim. Belki neler olmuştu bilmeden.
Bu gün biter mi?
Servet Eren