Muzaffer her gece olduğu gibi duvarları havasızlıktan kabaran evine bu gece de geç geldi. Alışık olduğu şekilde amaçsızca yemek yiyecek ve yatacaktı. Pratik bir şeyler hazırladı ve her gece olduğu gibi yine zamanın nasıl geçtiğini anlamadı. Yedikleri de yemek olsaydı… Yaklaşık bir senedir harabe bir şekilde yaşıyordu. Kentsel dönüşümle yıkılmayı bekleyen imal izni olmadan yapılmış bir gecekondu gibiydi… Birkaç bir şeyler atıştırdıktan sonra yine yatağına uzandı. Geceleri ışıkları kapatmadan uyumaya artık alışmıştı. Işıkları kapatamıyordu çünkü korkuyordu. Evin her yeri böcek kaynıyordu ve karanlık böceklerin en sevdiği şeydi. Bazen sırf böceklerden korktuğu için geceleri çok tuvaleti olduğu halde tuvalete gitmiyordu. Aslında zamanla bu duruma alışmıştı. Bir sene önce gecenin köründe yan odadan bir tıkırtı duyduğunda korkuyordu, tedirgin oluyordu. Şimdiyse “Aman faredir.” deyip geçiyordu. Elbette fareydi başka ne olacaktı. Mutfak dolaplarındaki kemirgen izlerinin başka nasıl bir açıklaması olabilirdi?
Dört sene önce abisi Amerika’ya yerleşince ve bir sene önce annesini kaybedince Muzafferin bütün hayatı darmaduman olmuştu. Yakınlarını kaybetmenin getirdiği yas sürecinden bir türlü çıkamamıştı. Üç kişilik ailesi gözünün önünde teker teker parçalanmış ve elinden hiçbir şey gelmemişti. Önce annesiyle birlikte abisinin Amerika’ya gitmesini içten içe istememişlerdi. Ama gitmeliydi. Orada daha iyi bir iş bulmuştu, sevdiği kızda orada yaşıyordu. Yeni bir hayat kurmalıydı ve bunu hak ediyordu. Kısacası gitmeliydi ve gitti. Muzaffer evde annesiyle birlikte bir başına kalakaldı. Muzaffer de üzülmüştü ama abisinin gidişi en çok annesini üzmüştü. Muzaffer gündüzleri işe gidince bir başına evde kalakalıyordu kadıncağız… Komşularla arası yoktu, örgü-dantel gibi hobileri yoktu. O da sürekli evle ilgileniyordu. Evi temizlerdi. Bütün evi temizledikten sonra bir daha temizlerdi. Kim bilir belki de böyle oğlunun yokluğunun acısını unutmaya çalışıyordu. Yine sıradan bir gün Muzaffer evde yokken temizlik yapıyordu, ayağı kaydı yere düştü ve kafasını vurdu. Akşama kadar yerde yattı… Muzafferin gelişini bekledi. Bir yerden sonra ölerek bekledi. Muzaffer akşam iş çıkışı eve gelince şok oldu. Annesini sırtlandığı gibi hastaneye gitti. Devamı malum… Acil koridorlarında bekleyiş… Beyin kanaması teşhisi… Hiçbir anlamı kalmayan keşke birkaç saat önce gelseydi cümlesi…
Hani bir bilge demiş ya… Annesi ölünce aniden büyürmüş insan diye… Bir gecede büyüdü Muzaffer… Bambaşka bir adama dönüştü. İşten izin almak istedi sonraki gün. “Ne izni anneni göm, gel yine çalış.” dediler. İşe yeni girmiş sayılırdı, çok sesini çıkarmadı ve denileni yaptı Muzaffer… O günden sonra ne kendisi için ne de yaşadığı ev için hiçbir şey eskisi gibi olmadı. Muzaffer evle birlikte içten içe çürümeye başladı. Hayatında bir şeyleri hep değiştirmek istedi. “Önce bu evi temizlemekle başlayacağım.” dedi. Bir türlü başlayamadı. “Bugün yorgunum, yarın.” dedi. Yarın hiç olmadı. Evin her yerini böcekler kapladı. Her yeri fareler kemirdi. Her geçen gün duvarlar küflendi. Muzaffer bir türlü evi temizlemeye başlayamadı. Bahanesi hazırdı. Ağır çalışma şartları izin vermezdi. Patronuna hele bir söylesin kapının önüne koyardı. Neticede özel sektördü. Yaşadığı evde sessizce bütün bedeniyle ve ruhuyla çürümeye başladı Muzaffer.
Bir gece yine iş çıkışıydı. Patron, Muzafferi tam çıkmadan yanına çağırdı. “Muzaffer, biz seninle yolları ayırıyoruz.” dedi. Ama bir sebebi olmalıydı. Muzaffer “Neden?” dedi. Patron “Olmuyor. Bu işi öğrenemiyorsun.” dedi. Muzafferin bir sene önce annesi ölmüştü yıkılmıştı, bu seferde işsiz kaldı yıkıldı. Amaçsızca evine döndü. Ama “Hayır üzülmüyorum.” diyordu içinden… İşte evi temizlemem için bir fırsat… Hiçbir şey için geç değil bu sefer başaracağım. Eve dönüş yolunda marketten koca bir şişe çamaşır suyu aldı. Koşa koşa eve gidiyordu. Hemen temizliğe başlayacaktı. Saat geç olsun istemiyordu. Umutla geldi evin kapısına… Anahtarın sesini duyan fareler kaçıştılar. Tam eve girdi ki… Gördüğü manzara karşısında şok oldu. Annesinin duvardaki resmi bir fare tarafından kemirilmişti. Pes etti… Muzaffer artık kararlıydı. O gece canına kıyacaktı.
Muzaffer o gece öldü. Ölümünün üzerinden 15 gün geçti. Bu kalabalık hayat telaşında yokluğunu kimse fark etmedi. Evin içinde cesedi çürüdü, kurtlandı, fareler kemirdi. Kimse fark etmedi… 15 gün geçmesinin ardından mahalle sakinleri daireden çok kötü kokular geldiğini tespit etti. Yetkililere haber verdiler. Özel ekipler gelip, kapıyı kırıp içeri girdi. Çürümüş cesetle ve çürümüş bir evle karşılaştılar. Maske ve özel kostümlere rağmen koku inanılmaz rahatsız ediciydi. Özel ekipler amiri dayanamadı ve var gücüyle bağırdı. “Açın şu camları. Bu evde yaşayanın aklına bu hiç gelmemiş mi?”
Muzafferi sonraki gün gömdüler. Ev harabe olduğu için ev sahibi bu durumdan hiç hoşnut olmadı. Bundan sonra eve alıcı bulmak zor olabilirdi. Evi yeniden restore edeyim dese uğraştığına değmez gibiydi. Ev Muzafferle birlikte çürümüştü. Kimseye kiraya veremediler. Çürüme müzesi olarak yıllarca boş kaldı… İşte bu da kitaplara geçmeyen böyle bir çürüyüş destanı…
Orçun Gül