kara kuru toprağın ortasında usulca sallanan bir muşamba herkes çevirince kafasını baş aşağı etel’in eteği göründü bir anda kimi boyundan yakındı uzun uzun kimi kumaşını sakındı kendinden biri çıkıp rengine söylendi bir başkası ise etel’e baştan aşağı sövdü. tüm kötü sözleri işitmeyi hak ediyordu. saçı başı yolunmalıydı darmadağın işlemeli bluzü ayak altında çiğnenmeli, bir sakız gibi ezilmeliydi dolgun bedeni, hele o eteği! etel’in muşambaya benzeyen eteği! savrulmalıydı bir dağdan taaa ötekine saçı gibi, kaşı gibi… edepsiz gözleri gibi… tırnaklar geçirilmeliydi göğsüne, yumruklar atılmalıydı karnına, hele etel hamileyse! anında müdahil olmalıydı ona. bir etel daha, sonra bir tane daha… facia olurdu bu, dünyanın sonu gelirdi nehirler ters akar, güneş batıdan doğardı. güneş doğudan doğmaya devam etsin, etelin bebeği doğmayıversin.
işlemeli blüz,
bunu giyenin utanması olmaz,
arlanması da.
hele de bir karış etmeyen şu muşamba etek!
tam bir facia.
kuraklık baş gösterir, ot yeşermez
etel’in eteği yüzünden,
üçüncü-beşinci dünya savaşı çıkar,
bluzün üzerindeki her bir taş,
insanı günaha sokar.
etel’de parçalanmalı, etekte
etel’in karnındaki bebekte.
beyaz ekoseli şalı, topuklu terlikleri
ve hatta şangırdayan altın küpeleri
ateşte mi yakmalı, recm mi etmeli?
her şey yoluna girer,
Şimal Yanpınar
bu yaz toprak bereketli
su bol, iklimlerde limoni.
tek sıkıntı var,
o da etel’in eteği.