Gülten Akın ve Ataol Behramoğlu

Aynı İpin İki Cambazı – Gülten Akın ve Ataol Behramoğlu

Türk şiiri, İkinci Yeni ile yeni bir döneme girmişti. Şiir yeni bir heyecan ile tanışmış, o heyecanın peşine takılmıştı. Bu heyecan toplumdan uzak, bireye daha yakın bir heyecandı. İkinci Yeni şairleri 1950’li yılları bu rüzgar ile götürürken Türk şiirinin 1960 kuşağı olarak adlandırılan döneminin temsilcileri bu heyecanı paylaşmamış ve toplumsaldan uzak kalan şairlere bir tepki, şiire ise farklı bir yorum getirmiştir.

     Gülten Akın ve Ataol Behramoğlu, Türk şiirinde 1960 kuşağının iki büyük şairidir. Bu iki şair, şiir yaşantıları boyunca çeşitli dönemler geçirmiş ve kaleme aldıkları şiirlerle toplum hafızasında yer edinmişlerdir. Her iki şairin de toplumculuğa yakın olduğunu söylemek mümkündür.

     Gülten Akın şiire içinde bulunduğu dönemin etkisiyle bireysel konularda, imge ağırlıklı şiirler yazarak başlasa da daha sonra kedi poetikasını oluşturmuştur. Şiirle yaşayan ve şiirle yaşlanan bir şair olan Gülten Akın zaman içerisindeki değişimleri şu sözlerle yorumlamıştır: “Bana göre şiir zaman içinde değişti. Yaşamım, şiire bakışım, izlediklerime göre seçtiğim biçem, hep zaman içinde değişti. Ben bu değişimden hiçbir zaman çekinmedim, korkmadım. Hep biraz daha ileriye, benim bütünlüğümden ilettiğim insanların bütünlüğüne ulaşacak bir şeyi sağlamaya çalıştım.”

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere şair değişimden çekinmemiş ve belirli kalıpların etrafına sıkışarak onların savunuculuğunu yapmaya kalkışmamıştır. Kendi şiirini bulana kadar değişimler geçirmiştir.

     Gülten Akın’ın ilk dönem şiirlerinde imgesel özelliklerin ağır bastığını görmek mümkündür. Akın’ın bu şiirlerinde aşk, doğa, ayrılık gibi bireysel konular kendini göstermektedir. Bu bakımdan şairin İkinci Yeni şiirini benimsediği düşünülse de bu tamamen öyle değildir. Gülten Akın ilk döneminde İkinci Yeni ile sadece dirsek teması kurmuştur. Gülten Akın imgelere önem verir, “Şiir imgesiz yazılmaz.” da demiştir ancak onun için anlam imgeden üstündür: “Ama benim için anlam imgenin önüne geçer şiirde.”

İkinci Yeni şairleri şiirin bir anlamı olmasının şart olmadığını öne sürerek bu doğrultuda şiirler yazmışlardır. Dolayısıyla Gülten Akın’ın imgesel özelliklerin yoğun olduğu şiirlerinde doğrudan İkinci Yeni ilişkisi kurmak doğru olmayacaktır. Gülten Akın anlamın peşinde olan bir şairdir. Onun şiir zihniyetinde daima anlam vardır.

     Gülten Akın imgesel özelliklerin ağırlıkta olduğu Rüzgar Saati ve Kestim Kara Saçlarımı kitaplarının ardından 1964 yılında Sığda adlı şiir kitabını çıkarmıştır. Bu kitabıyla Gülten Akın’ın toplumsal şiir dönemi başlamıştır. 1971 yılında yayımlanan Kırmızı Karanfil kitabıyla da toplumcu yanını taçlandırmıştır. Artık tekil kişinin yerini çoğul kişiler almıştır. Halk ve köylü çoğul bir ses olarak karşımıza çıkmaktadır bu kitaplarda. Şair bu kitaplarında başka dünyalara açılmış, hakkın ve adaletin sesi olan dizelere yer vermiştir.

Gülten Akın’ın şiir döneminde üçüncü dönem destanlar dönemidir. Destan yazmayı şairin bir görevi olarak gören Gülten Akın uzun soluklu destanlar yazmıştır. 1970’li yıllarda üç destan kaleme almıştır. Şairin bu üç destanına bakıldığında epik anlatımı önemsediği ve kahramanlık anlatısı yazmak yerine bir insanlık anlatısı yazmayı seçtiği görülmektedir. Şairin nihayete vardığı dönemi ustalık dönemidir. Yılların vermiş olduğu birikimle Akın’ın şiiri olgunlaşmıştır. Bu konuyla alakalı Bâki Asiltürk, “Söz süzülmüş, imgeler bilgeliğe evrilmiş, şiirler kısalmış, özlü ifadeler yeni şiirlerin başlıca söyleyiş özelliği hâline gelmiştir.” ifadelerini kullanmıştır. Şairin bu dönem şiirleri yılların birikimi ile elde edilmiş tecrübelerden hareketle yapılan bilgece çıkarımlara dayanmaktadır.

     Ataol Behramoğlu, 60 kuşağının sesi gür çıkan şairlerinden biridir. İkinci Yeni’nin bireyselliğine karşı çıkarak toplumculuğu önemsemiş bir şairdir. Toplumun olmadığı bir şiiri reddeden Behramoğlu, bireyle toplumu bir arada vermiştir. Yola kimi zaman bireyden çıksa da toplumsala bağlamaktan geri durmamıştır. Ataol Behramoğlu’nda Nâzım Hikmet, 1940 toplumcu kuşağı ve halkla ilişkileri bakımından Milli edebiyatın etkileri görülmektedir. Bunlar onun şiirinin sac ayağı gibidir.

     Ataol Behramoğlu’nun ilk şiir kitabı Bir Ermeni Generali toplumsal konulara yer veren bir kitap olsa da kitapta tam olarak bir toplumsal yönelim olduğunu söylemek mümkün değildir. Bir Ermeni Generali kitabının dil ve anlatım yönüyle yollarının İkinci Yeni ile kesişmekte olduğu söylenebilir. Şairin şiir zihniyetinde esas önemli yeri olan, “Bir Gün Mutlaka” şiiri 1965 yılında, 60’lı yılların tam ortasında yayımlanmıştır. Bu şiir 60 kuşağının manifestosu niteliği taşımaktadır. 1970 yılında bu şiirin ismini verdiği şiir kitabı da yayımlanmıştır. Şair bu kitabında dönemin siyasi yansımalarını ve baskıları işlemiştir.

     Ataol Behramoğlu poetikasını zamanla geliştirmiş ve genişletmiştir. Ona göre her şey şiirin konusu olabilir.

Şiir organik bir şey olmalıdır

Kendi yaşamımızdan fışkırmalıdır

Gömleğim, sevdiğim kız, yaşadığım şehir

Sımsıcak, şiirlerime girmelidir

Şairin şiir zihniyetinde birey de vardır, toplum da. İkisini birbirinden ayırmaz. Onların birleşiminin yaşamı yansıttığını düşünmektedir ve amaçladığı şey de budur şairin. Ataol Behramoğlu saf bir toplumcu gerçekçi değildir. O yalnızca halkın sorunlarını, uğradığı haksızlıkları kaleme almamıştır. Zaman aşımına uğraması kuvvetle muhtemel sloganlarla da işi yoktur onun. O toplumdan insana varmayı, belki de toplumsal sorunların insanda bıraktığı etkiyi göstermeyi amaçlamıştır. O da tıpkı Gülten Akın gibi şiirde anlamı önemsemiştir.

     Gülten Akın şiirlerinde sade bir halk dili kullanmayı tercih etmiştir. Kendine özgü bir şiir dili oturtmayı başaran şairin dili durudur. Şiirin bir ileti biçimi olduğuna inanan şair dille alakalı görüşlerini şu sözlerle ifade etmiştir:

“Ben yerel dili, folklorik öğeleri seçerek şiirimin oluşumuna kattım. Çünkü dil anadilimdi. Tüm inceliklerini biliyordum. Yerel dili baskın olarak kullandığım şiirler için bu gerekliydi.”

Şiirlerini büyük bir kesime ulaştırmayı isteyen Gülten Akın bu yüzden sade bir Türkçe ile şiirlerini yazmayı tercih etmiştir. Şiirlerinde folklor öğelerinden yararlanan şair, halk kaynağına inme isteğiyle hareket etmiştir. Bu durumu: “Halkta var olan öz ve biçimi diyalektik olarak yükseltmek, şiiri yükseltirken halkın yaşamının ve yaşam biçimlerinin yükselmesine yardımcı olmak.” sözleriyle açıklamıştır.

    Ataol Behramoğlu tıpkı Gülten Akın gibi sade bir Türkçe ile şiirlerini yazmıştır. Hakiki Türkçeyi önemseyen şair, kelimelerin mısralardaki duruş şeklini, ses uyumunu dikkate almakta ve bundan ötürü halk söyleyiş biçimlerine ve deyimlere şiirlerinde yer vermektedir. Bu sayede şiiri gazete dilinin kuruluğundan korumak ve ona canlılık kazandırmak istemektedir.

Şaire göre kullandığımız kelimeler kişiliğimizi göstermektedir. Bu yüzden şair kelime kullanımına çok dikkat etmiş, şiirlerinde yer alacak olan kelimeleri özenle seçmiştir. Ataol Behramoğlu şiir dili ve şiire gelebilecek olan kelimelerle alakalı şu sözleri söylemiştir:

“Dilimize çeşitli dillerden gelen, sözcükler, kavramlar var. Bunlar sadece anlam bakımından değil, ses bakımından da dilimizi zenginleştiriyorlar. Bu sonuncusu, biz şairler için de özellikle çok önemli. Bu bakımdan, sözcük seçiminde rahat olmalıyız diye düşünüyorum.”

Şair salt biçimciliğe karşı bir tutum sergilemiş, şairin biçimde yeniliğe gitmesi gerektiğini düşünmüştür.

     Gülten Akın şiirlerinde genel olarak; yalnızlık, doğa, kadın, Anadolu yaşamı, kent yaşamı, çağ eleştirisi, aile ve çocuk gibi temaları işlemiştir. Bu temalar arasında kadın teması oldukça dikkat çekmektedir. Gülten Akın kadın temasını toplumsal bir bakış açısıyla işlemiştir. Kestim Kara Saçlarımı adlı şiir kitabında bu tema şu dizelerle kendini göstermektedir:

O küt adamlardı kızgın ve yan yana

Kış atları sanki kendi karanlıklarında

Yaşamın olumsuz kapısını bekleyen

O söylemediğimiz sözcüklerdi

Yürütüp gemilerini bilinçaltlarının

Azgın sularından düşlere iten

Şair bu dizelerle bir kadın gözünden dünyaya bakışı tasvir etmektedir. Kadınlar bu küt adamlarla karşı karşıyadır ve yaşamın olumsuz kapısını bekleyen bu adamlar bir nevi hayatın olumsuz yanını simgelemektedir.

Kaçıp sevgilerin korkunç tuzaklarından

Kaçıp ana olmaklardan eş olmaklardan

Kentlerdeki yadırgı pabuçlu yalnızlığa

Dağlardaki kırmızı ışığa varıldı  

Yukarıdaki dizeler Gülten Akın’ın kadın temasını bir başkaldırı şeklinde kullandığı şiirindendir. Şehrin korkunç tuzaklardan kaçan bir kadın vardır şiirde ve o kadın anne olmaktan da eş olmaktan da kaçmaktadır. Bu kaçış bir başkaldırıdır. Varılan kırmızı ışık da umudu simgelemektedir.

Gülten Akın’ın şiirlerinde yalnızlık teması özellikle de ilk iki kitabında kendini göstermektedir. Deli Kızın Türküsü adlı şiirinde geçen:

“Şimdi insanları yalnız kolları var” dizesi buram buram yalnızlık kokmaktadır. Şair bu dizeyle insanları sadece yaslanabileceği bir kol olarak gördüğünü ifade etmektedir.

Gülten Akın’ın doğa temasını kullandığı şiirlerine Rüzgar Saati örnek verilebilir.

Yorgun çayırlar serçeler, yorgunum

Nasıl taşısam ellerimi şimdi

Damda saçakta bir mavi

Sallana sallana uyur.

Şair bu şiirinde yorgun bir kişi olarak seslenmiştir. Bu öyle bir yorgunluktur ki, doğaya bile sıçramıştır.

Gülten Akın’ın şiirlerinde önemli bir yere sahip olan bir başka tema da toplumsal çağrılar ve eleştirilerdir. Bu tarz şiirlerini daha çok ikinci döneminde yazan şair Yaz isimli şiirinde şu dizelere yer vermiştir:

Mayıs kendi sularından iner Anadolu’ya

Mayıs kendi dağlarından iner Anadolu’ya

Sevdiğim yaz geldi yine

Yaz şiirinde Mayıs ayı direnişi ve sınıf mücadelesini ifade etmektedir. Şair bu şiirinde toplumsal sorunlara yer vermiş, sınıf mücadelesine değinmiştir.

Toplumsal konulara karşı duyarlı olan Gülten Akın, Türkiye’nin 2.Dünya Savaşı’na girmemesine rağmen ekonomik olarak savaştan olumsuz etkilenmesini ve Türkiye yoksulluk çekerken Avrupa’nın zenginleşmesini de şu dizeyle eleştirmiştir:

“Öyleyse bir villa daha, bir kürk daha, bir Avrupa daha”

     Ataol Behramoğlu şiirlerinde hem bireysel hem de toplumsal temaları beraber işlemiştir. Behramoğlu’nun şiirlerinde; aşk, kadın, doğa, ölüm, insan, kent, çocuk ve işçi temalarını kullandığı söylenebilir.

Ataol Behramoğlu kadın temasını iki şekilde kullanmıştır. Biri aşk temasıyla beraber kullandığı şiirlerdir. Diğeri de Gülten Akın gibi kadının toplum içindeki yerini irdeleyen şiirleridir. Ataol Behramoğlu’nun kadının toplumdaki yeri ve erkek ile olan kavgası hakkında söylediği sözler şu şekildedir:

“Kadın, toplumsal adaletsizliğe, sömürüye karşı erkeğin yanında dövüşürken, yüzlerce yıldır sürmekte olan bir baskıya, bir çeşit erkek şovenizmine karşı da savaşmaktadır.”

Ataol Behramoğlu şu dizeleriyle kadınların yalnızlığına dikkat çekmektedir:

Bir kadın, düşler içinde, dalgın

Bir kadın bakıyor beni görmeden

Şairin kadınları iyi gözlemlediği şiirlerinden belli olmaktadır. Bu gözlemini kendisi de dile getirmiştir. Şiirlerinde tema olarak geniş bir yer tutmaktadır kadın. Aşktan ayrılığa pek çok yerde geçmiştir kadın onun şiirlerinde. Acı çeken bir kadını şu dizlerle dile getirmiştir örneğin:

Bir kadın geçiyor

Çıplak ayaklarını yüreğime basarak

Ataol Behramoğlu gözlem gücünü kent temasıyla da şiirlerine aktarmıştır. Doğan Hızlan, Behramoğlu’nun bu yönünü, “Kentler, Behramoğlu’nun şiirini çok biçimlendirmiştir.” diyerek ifade etmektedir. Gittiği, gezdiği kentleri kalemine kaynak edinen Behramoğlu, orada gördüğü insanlar, mekânları tasvir ederek şiirlerini yazar. Şairin kent teması bazen bir sosyal eleştiri olarak da karşımıza çıkmaktadır.

Taşra kentlerinde geçti çocukluğum

Akşamın o gri hüznü

Yakındır bu yüzden yüreğime

Taşra Kentlerinde Akşam Melankolisi adlı şiirinden alınan bu dizelerde şair, küçük kentlerin düzeninden duyduğu rahatsızlığı dile getirmiştir.

Ataol Behramoğlu Melankoli şiirinde ise kent temasını farklı bir şekilde kullanmıştır. Özlem duyduğu, kendisi için özel olan bir kente dokunmuştur bu defa. İlk defa âşık olduğu kenti dile getirmiştir şu dizelerinde:

Ey sokaklarında yıllarca avare dolaştığım

İçinde ilk aşkımı yaşadığım küçük şehir

Özlem duyulan bu küçük şehir başka bir kitabın başka bir şiirinde tekrar kendini hissettirir, bu defa şu dizelerle:

Kalmıştır yüzlerce yıl uzakta

Onunla ilk kez öpüştüğün şehir

Şair bireysel düşünceler içinde şiirler yazarken toplumu da ihmal etmemiştir. Bu düşünceler içinde toplumu duyabilmiş, onlara da değebilmiştir.

Ateşçiye

         Baktım uzun süre

Unuttum denizi

        Ve kafamdan geçen

                 Bireyci düşünceleri

Ataol Behramoğlu’nun işçi ve emekçi teması, 1960 kuşağının bir temsilcisi olarak yoğun işlediği temalardandır. Şair, “Sana Seslenmek İçin” adlı şiirinde işçi sınıfıyla alakalı şu dizeleri dile getirmiştir:

İngiliz birahanelerinde

Damalı kasketleri

Ve şaşılacak kadar yorgun yüzleriyle

Ve bütün emekçiler gibi

Çocuksu gözleri

Partal elleriyle oturan işçilerden konuşsak

Şair bu dizeleriyle işçi ve emekçilerin yaşam şartlarının zorluğuna değinmiştir. Ayrıca şiirde geçen “çocuksu gözler” imgesi çarpıcıdır. Bu imge işçilerin içindeki saflığı, iyi niyeti simgelemektedir. Behramoğlu’nun burada çizdiği işçi tipinin zıttı olan kapitalist yapıya da başka bir şiirinde şu şekilde seslenmiştir:

Emekçi insan var, barıştan yana

Dünyayı kardeşçe yaratan, üreten…

Ve kurtlar-savaşta çıkarları-

Vurarak, kırarak, ezerek sömüren…

     Gülten Akın ve Ataol Behramoğlu, Türk şiirinin iki usta şairidir. Kendilerinden önceki kuşağın etkisi altına aldığı şiiri, kendi süzgeçlerinden geçirerek yeni bir anlayışla yorumlamış ve Türk edebiyatında kalıcı olmayı başarmışlardır. Şiirde toplumu önemsemişler, şiiri bireye hapsetmemişlerdir. Her iki şair de hayatın kendisinden beslenmiş, yaşadıkları gibi yazmışlardır.

Agâh Ensar Can

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.