Henüz hallaç pamuğuna çevrilmemiş o mor sabahlardan birine uyandı. İnsanın büsbütün bir sabaha uyanmasının ne büyük bir lütuf olduğunu geçirdi içinden, ciğerlerinden nefesini boşaltırken. Büsbütün mor bir sabaha, birazdan herkes gibi eziyet edeceğini ve onu bin bir akşam kızıllığı parçacıklarına böleceğine emindi. Hala hatırladığı, çok çok öncesinde aklına kazınmış bir sözün pankartını gördü içinde bir yerlerde. Özellikle koyu yazılmış, süslemelerle dikkatleri sadece kendi üzerine çekmek isteyen pankartlardan biri… “ Gün, mor bir bütündür, öyle işlenir yüreğine önce. Sonra onu alır, bin bir akşam kızıllığına bölersin ve böldüğün her parçayı gecenin karanlığında kaybetmek için uğraşırsın.” İnsanın her gün başına gelen ama asla fark etmediği döngüleri bir liste yapıp şehir meydanına asmak geldi içinden. Fesleğenini okşayıp “döngü bulmaca” oynamak rutindi artık. Bulmaca derken, günbegün üst üste yığılmış gazetelerin, dergilerin, kitap yığınlarının ortasına oturuverdi aniden. Kalkmamak için epey direneceğini biliyordu bu yığınların arasına oturduğunda ama bu listesini çıkarmak istediği döngülere, diğerleri kadar kendi de dâhildi. Hem elini hem içini ısıttığı çayını sehpanın üzerine fırlatır gibi koydu ve ayaklandı. Marş marş, döngüye dâhil olmaya…
İrem Özdemir