Gün ağarmış yatakhane yavaş yavaş boşalmaya başlamıştı. Ayaklarımı ranzamdan sarkıtarak dalgın bakışlarla penceremden giderek dolan mektebin bahçesini izliyordum. Kimileri bir ağacın altında birlikte sınava hazırlanıyor, kimileri de meydanda top koşturuyorlardı. Gözüm demir kapının önünden geçen fakir olduğu esvabının kirinden ve kundurasının deliğinden belli olan yaşlı bir adama takıldı. Sırtında yılların yükü, aksayarak geçiyordu demir kapının önünden. Yorgundu. Zorluyor olmalıydı onu nasırları… Hem ayağındakiler… Hem de yüreğindekiler… Belki de hiçbir şeyden çekmemişti bu dünyada o nasırlarından çektiği kadar. Kim bilir? Duraksayıp bükük belini doğrulttu ve başını semaya kaldırıp bir şeyler mırıldandı buruşuk dudakları. Hafifledi sanki bir nebze. Yeğnildi. Sonra belini büken o yüklerini tekrar sırtlayıp akıp geçti demir kapının önünden sessizce, sokaktaki her garip insan gibi kimsenin dikkatini çekmeden.
Hatice Işıktaş