Masal

Çalıştığım iş yeri binasının önündeki merdivenlere oturup kalmıştım öyle. Gelen geçen insanların tuhaf bakışları umurumda bile değildi. Fırlattığım kutuyla birlikte etrafa saçılan eşyalarımın üzerine basmaları, bazılarının parçalara ayrılmış olması, hiçbir şeyi önemsemeden öylece oturuyordum.
Ne kadar zaman kaldım o vaziyette bilmiyorum. Ama artık dayanamamış olacak ki, iş arkadaşım Ferit gelip beni kaldırdı.
“Artık yeter böyle oturduğun Gülçin, haydi kalk da evine bırakayım seni.” deyip eşyalarımdan kalan enkazı da toparladı ve beni arabasına bindirdi. Ben binmedim, gerçekten o bindirdi. Çünkü benim şuurum tamamen bir noktaya kilitliydi. Beni kovan adi patronuma!
Yol boyunca bunun dünyanın sonu olmadığını, başka bir iş bulabileceğimi, hatta kendisinin de yardımcı olabileceğini anlattı durdu Ferit. Biraz sindirmiş olsam, inanırdım ona ama o kadar tazeydi ki her şey, reddediyordum söylediği her kelimeyi.
Evime geldik, arka koltuktan kutuyu alıp benimle birlikte binaya girdi. Artık yüzüne nasıl baktıysam:
“Eylem gelene kadar yanında kalacağım, seni bu halde yalnız bırakacak değilim tabi ki!” diye söylenip beni asansöre iteledi. Çanta dediğim o kargaşa çuvalından zorla anahtarımı bulup eve de soktu. Ben geçip kanepeye bırakırken kendimi, o bir şeylerle uğraşıyordu ama ne olduğunu merak edecek halim hiç yoktu. Bir süre sonra kahve fincanlarıyla geri dönünce, merak etmediğim işinin kahve yapmak olduğunu da anlamış oldum.
Yine arabada söylediği şeylerin benzerlerini sıraladı ben tepkisiz otururken. İyi niyetinin farkındaydım ama gerçekten herhangi bir ümit içeren cümleyi kabul edemiyordum. Öfkemden, hazımsızlığımdan ve o herifin kafasına bir şey geçirmemiş olmanın pişmanlığından ötürü kendimi yemekle meşguldüm. Ama bir cümlesi beni konuşmaya mecbur bıraktı.
“Sen de bu delibaş halinden hiç ödün vermiyorsun ki ama. Biraz alttan alsaydın olmaz mıydı?” dediği anda gözlerimi ona çevirdim ve zehrimi kustum:
“Ya Ferit sen ne dediğinin farkında mısın? Adam bizi sömürmek üzerine kurduğu sistemini burnumuza burnumuza sokup dururken, hiçbir performanstan memnun olmazken, köle gibi çalıştığımız halde bir de üzerine fırça atarken ben nasıl susacaktım?”
“Haklısın, ben sana haksızsın demiyorum ama güzelim iş bulmanın ne kadar zor olduğunu hep konuşup durmuyor muyuz seninle? Bak Eylem kaç ay iş aradı, sen anlattın ne kadar zorlandığını.”
“Kusura bakma Ferit ama ben sırf işsiz kalırım korkusundan o pislik herife köle olamam. Hem sen bana dediklerini duydun mu?”
“Bir kısmını duydum, yani kafanın dikine gittiğini söylediği kısmı.”
“Ondan önce diyor ki bana, neden Ekrem Bey anlaşmasını bitirmiş bizimle. Adam bana asıldı diyorum, asılsın ne olacak diyor. Tek sorun bu değil, zaten daha iyi teklif almış, bizim teklif fazla gelmiş diyorum, indirim yapsaydın diyor. Kendi dedi indirim olmayacak diye, demedi mi?”
“Dedi, haklısın.”
“Ondan da ben suçlu oldum! O dua etsin kel kafasını ikiye ayırmadım. Yatsın kalksın şükretsin!”
“Tamam, olan oldu Gülçin. Sen artık biraz rahatlamaya çalış. İş ararken biraz da dinlenirsin. Zaten çok yorulmuştun son aylarda. Bunu dinlenme fırsatı olarak gör, kendine de zaman ayır.”
“Deneyeceğim.” dedim ve biraz sakinleşip bana yardımcı olabileceğini düşündüğü arkadaşlarından bahsetmesini dinledim.
Biz öyle konuşurken Eylem, yani ev arkadaşım da geldi. Kısaca olanları ona da anlattık. Ferit görmediğimi sandığı kaş göz işaretleriyle Eylem’i üstüme gelmemesi konusunda tembihleyip gitti. Eylem yemek hazırladı ama hiç yiyecek halim olmadığı için birkaç lokma alıp bıraktım. Eve sığamıyordum, sinirimi yenemiyordum ve gidip evinde kafasını kırmamak için de kendimi zor tutuyordum.
Saat epey ilerlemişti, duvarlar da iyice üstüme geliyordu. Aklımda beliren fikirle hemen telefona sarıldım.
“Adama küfür dolu mesaj atma bak tazminatını da alamazsın!” diye panikle bana müdahale eden Eylem’e telefonumun ekranını gösterdim.
“Nereye bilet alıyorsun?” diye bu kez daha büyük bir endişeyle sordu.
“Biraz annemlerin yanına gideceğim, birkaç gün. Orada dinlenir, sonra gelip iş ararım.” Diye açıklama yapınca rahatladı ve:
“Anladım, iyi düşünmüşsün canım. Hem özlemişlerdir seni.” dedi gülümseyerek
İki saat sonraya bulduğum bileti aldım. Hemen küçük bir çanta hazırladım ve Eylem’le vedalaşıp otogara gittim. Otobüsteki koltuğuma iyice gömülüp hareket edince de kulaklığımı tıkadım kulaklarıma ve en dertli şarkılardan oluşan listemi açıp başımı cama yasladım.
Nihayet varabildik sabahın ilk ışıklarıyla. Bir taksi bulup bindim ve eve doğru yola koyuldum. Beni bu saatte görünce panik olacaklarından emindim. O yüzden önce çocukluk arkadaşım Sefa’ya gittim. Kapıyı çalmadan telefonla aradım ve neyse ki duydu beni. Hemen hazırlanıp indi aşağıya. Hiç soru sormadan sarıldı ve koluma girip beni deniz kenarında bir yere götürdü.
Kahvaltı ederken ona da anlattım olanları. Geri dönmemi söyledi, zaten hep istiyordu ama ben hiç sıcak bakmıyordum. Burada babamın gölgesinden öteye gidemeyeceğimi biliyordum çünkü. Oysa ben kendim tutunmak istiyordum hayata, kendi başıma.
Bütün hayatım babamın kontrolünde, onun yönlendirmesiyle geçmişti benim. Okuldan sonra Antalya’ya dönmek istemediğimi söylediğimde de olay çıkarmıştı. Ama direndim, dinlemedim onu. Sonra iş buldum ama sivriliğim yüzünden iki ay sonra attılar. Sonra başka bir iş, başka bir tanesi derken nihayet yedinci işimden de atılmıştım. Hep çenem yüzünden.
“Sen böyle özelsin, seni Gülçin yapan şey bu. Mutlaka kendine göre bir yer bulacaksın, korkma.” diye beni motive etmeye çalışan Sefa’ya sıkıca sarılıp eve doğru yürüdüm. Artık vakit uyanma saatleri geçmişti ve gönül rahatlığıyla geldim kapıya. İkinci çalışımda babam açtı olanca heybetiyle. Ama karşılaşmamıza sevinmek yerine hayrete düşmüştü.
“Hayır olsun inşallah,” deyip arkasını döndü ve “Meltem, bak kim geldi!” diye seslendi. Hızlı adımlar attığı terliklerinin sesinden anlaşılan annem beni görünce sevinçle koştu ve sarıldı boynuma. Olması gereken tepki tam olarak buydu, babamınki değil!
İçeri geçtik, kahvaltıları yeni bitmişti masa daha toplanmamıştı. Annemin ısrarlarını reddedip koltuğa geçtim, babamın karşısına. Daha oturur oturmaz:
“E anlat bakalım hangi rüzgar attı seni buraya?” diye sordu.
Uzatmaya hiç gerek görmedim:
“İşten kovuldum, birkaç gün dinlenip gideceğim.” dedim onun gibi suratsız.
“Yine mi? Bu kaçıncı yahu?” diye homurdanmaya başlamıştı ki, annem devreye girip:
“Üzülme yavrum, daha iyisini bulursun sen.” dedi babamı susturmak için. Ama onun buna niyeti yoktu.
“Şımartma şunu artık Meltem. Daha iyisini bulmayı bırak, bulduğunu elinde tutamıyor ki bu! Tahmin ediyorum ama belki farklıdır bu defa diye sormak istiyorum. Neden kovuldun?”
Hiç eksiksiz, ne olduysa anlattım. Kaşları iyice yukarı kalktı beni dinlerken ama başka bir tepki yoktu ne düşündüğünü anlayabileceğim.
“Senin bu çenen varken, hiçbir yerde tutunamazsın.” deyip kalktı konuşmam bitince. Ama sakince söyledi bunu, şaşırdım tepkisine. Sonra anneme dönüp:
“Ben tekneye gidiyorum, motoruna usta gelip bakacak bugün. Beklemeyin, geç gelirim.” dedi ve evden çıktı.
O gidince, kovulduğum andan itibaren tuttuğum gözyaşlarımı saldım. Annem hemen koştu, sarıldı bana. Dakikalarca ağladım, dakikalarca saçımı okşadı sessizce. Sonra ayrıldım kollarından, ben sarıldım onun boynuna. Dayanamadı:
“Hadi sen biraz uyu. Akşama sana sürprizlerim olacak.” deyip beni odama gönderdi. Yorgunluk, yolculuk, uykusuzluk, ağlamak derken iyice bitmişti gücüm ve sevgili yatağıma yatar yatmaz derin bir uykuya daldım.
Gözümü açtığımda karanlıktı, içeriden de annemin tabak sesleri geliyordu. Hemen kalktım, yüzümü gözümü yıkayıp mutfağa gittim yanına. Bir öpücük aldıktan sonra yardım ettim ve masayı kurduk. Annem sevdiğim bütün yemeklerle bir şölen hazırlamıştı resmen. Beklememizi istemeyen babam da gelmişti. Muhtemelen annem arayıp birkaç tehditkar cümle kurmuştu, o da söylenmesinin arkasına sakladığı korkuyla gelmişti tıpış tıpış.
Beraber yemek yedik, çay içtik, bir film denk geldi izledik derken ben odama geçtim yeniden. Peşimden annem de geldi. Ona yatağıma oturmasını işaret ettim, sonra da dizlerine yasladım başımı.
“Anne,” dedim çocuk gibi.
“Ne istiyorsun söyle yavrum.” deyince iyice yerleştim dizlerine.
“Bana masal anlatsana.”
Annem önce kısa bir kahkaha attı, sonra ellerini saçlarımın arasına daldırıp:
“Anlatayım benim koca bebeğim.” dedi. “Çocukluğunda dinlemeyi en çok sevdiğini anlatayım ister misin?”
“Çok isterim.” dedim keyifle. O masalı annem uydurmuştu ve ben en çok onu severdim.
Masal dinlerken epey mayıştım. Annemin zoruyla pijamalarımı giydim ve yatağa girdim. Bu evin, bu odanın huzuru başkaydı. Hiç uykusuzluk çekmezdim burada ben. Huzurla daldım yine uykuya.
Gözlerimi, saçlarımda hissettiğim hareketle açtım ve şaşkınlıktan hareket bile edemedim. Babam gelmişti, yanıma oturmuş saçlarımı okşuyordu.
“Baba!” diyebildim zorla.
“Uyandırdım mı cadı?” derken gülüyordu. Uzun zaman sonra bana cadı demişti ve üstelik de gülüyordu.
“Baba bir şey mi oldu?” dedim şaşkınlığım artmış halde.
“Hayır, kızıma bakmaya geldim.”
“Yok, onu demiyorum. Gülüyorsun ya.”
“Gülüyorum, çünkü kızım geldi, mutluyum.”
“Ama sen…”
“Tamam, neyse ne. Biliyorum sana çok sert davrandım ama ne yapayım? Tek evladım benden kilometrelerce uzakta, her gün başına bir şey gelir mi diye korkarak yaşıyorum. Bizi bırakıp gittin diye sana kızıyorum. Ama ne kadar kızarsam kızayım sen benim çocuğumsun, seni sevmekten hiç vazgeçmem.”
“Ya baba dört yıldır kan kusturdun bana ama!” diye uyku sersemi sitem edişime daha çok güldü.
“Sen sanki bana kan kusturmadın cadı. Seni özleyip merak etmeden tek bir gün bile geçirmedim. Ama ben bugün anladım senin ne kadar büyüdüğünü. Hakkını kimseye yedirmeyeceğini, kimse istedi diye doğru bildiklerinden vazgeçmeyeceğini gördüm. Gurur duydum seninle bir kez daha. Şimdi istediğin yere git, istediğin yerde çalış. Artık için çok rahat!”
“E beni sen yetiştirdin be baba, senden öğrendiklerime sarılıyorum hep. Nerede olursam olayım sen hep yanımdaymışsın gibi.” diye yanıtlayınca, gözlerinde biriken suları gördüm. Hemen toparladı:
“Gel sarıl bakalım babana.” dedi ve kalkıp kucaklaştım onunla. Sarılınca anladım onu ne kadar özlediğimi ve ne kadar ihtiyacım olduğunu bunu hissetmeye.
Sarılmamız bitince kalktı yatağımdan:
“Sen uyu şimdi, bu konuştuklarımızı da annene anlatma sakın.” deyip göz kırptı ve ekledi, “Yarın tekneyle dolaşacağız, sana göstereceğim harika yerler var.” dedi ve gülerek çıktı odamdan.
Rüya mı diye kendimi çimdikledim, değildi. Hepsi gerçekti. Ve o anda, sırtıma yüklenen bütün ağırlıkları atıverdim. Babamın bana inandığını bilmek, dünyanın en iyi işinde çalışmaktan çok daha değerli ve kıymetliydi.
Çocukluğumdaki o güvenle, masalımı dinemiş ve babamdan bir kucak almış olmanın mutluluğuyla yeniden daldım uykuya…

Esra Barın

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.