İyiliğin İçinden

Bana hep her daim iyilik yap, derdin. İyiliğin muhakkak bir gün sana döneceğini, seni bulacağını söyler dururdun. İnanmazdım arada sana. Bu kötü dünyada iyiliğin var olacağı içimden sökülüp atılmıştı. O kadar vahşet görüp izlemiş, hiçbir şey yapamamıştım. Neleri görmemiştim ki, ne tür caniliklerin videolarını izlememiştim. Kalbimi söküp atasım, insanlığımdan utanasım gelmişti. Bir nevi insanlığımdan utanır hâle gelirken sen asla demekten vazgeçmezdin. İyiliğin elbet kazanacağını, savaşmaya değer olduğunu söylerdin.

Haklı olduğun gün, gönüllü olduğum grupta çalışırken telefonum çalmaya başladığında elimdeki koliyi yere bıraktım. İnanılmaz derecede yorulsam da paketlenmesi gereken daha bir sürü ihtiyaç kolisi vardı. Alnımdaki terleri elimin tersiyle sildiğimde telefonumu elime alıp kim olduğuna bakmadan açmıştım. “Efendim?” Kulağıma insanların attığı çığlıklar dolarken olduğum yerde buz kestim ve telefonu kulağımdan çekip kim olduğuna baktım. “Akif neler oluyor? Neredesin sen?” Sesim korkuyla titreyip sorarken hızla yürümeye başladım. Adımlarımı seri olarak hızlandırırken bacaklarım titriyordu. “Büyük bir patlamayla beraber büyük bir yangın çıktı.” Hızla soluyor, derin derin nefesler alıp veriyordu. “Neredesin şu an? Hemen yanına geleceğim.” Hıçkırdığını duyduğumda neredeyse arabaya binmek üzereydim. “Üzgünüm Papatya. Kapatmalıyım, yardıma ihtiyacı olan insanlar var. Eğer ki birini kurtarırken ölürsem sakın beni durdurmadığın için pişmanlık çekme.” Gözlerim endişeyle açılırken adını bağırdım. “Akif, hayır! Bunu yapma!” Çoktan telefon kapanmış, bağırışım sadece arabanın içinde yankılanmıştı. Gözyaşlarım yanaklarımdan hızla süzülürken başımı sağ sola salladım. Bu olamazdı, bunu bize yapamazdı. Ruhum iyice dağılırken son dakika haberlerine girdiğimde bahsettiği patlama çoktan son dakika olarak paylaşılmıştı bile.

Telefonu hızla kenara atıp arabayı çalıştırdığımda hızla sürmeye başladım. Patlama buraya yaklaşık iki saatlik mesafede olan şehir dışındaki çalıştığı fabrikada meydana gelmişti. Oraya ulaşım zordu ve en yakın yerleşim yerlerine yirmi beş dakika uzaklıktaydı. Gözlerim bulanık görüyor, arabayı zor sürüyor olsam da onu görene dek durmayacaktım. Birlikte geçirdiğimiz yıllarda bana iyiliğin saf halini göstermişti. Yardımın ne kadar önemli olduğunu o güzel anlarda görmüştüm. Küçük bir çocuğun dudaklarındaki o gülümseme, aç kalmış sokak hayvanlarını besledikten sonra gösterdikleri o sevgi, ekilen fidanların kocaman bir çınar olduğuna yıllar boyunca şahit olmak, ihtiyaç sahiplerinin hazırlanan erzaklarını aldıkları andaki o minnet duyguları… Her birini deneyimlemek hem beni hem de etrafımdaki herkesi değiştirmişti. İyiliğin bulaşıcı olduğunu çevremdeki insanların çaba göstermeye başladıklarında anlamıştım. Küçük bir gülümsemenin hayat değiştireceğini görmüştüm. O, bana hepsini görme şansı verip gözlerimi iyiliğe açmıştı.

Birçok kere bana böyle bir olayın başına geleceğini söyleyip dururken bedenim buz kesiyordu. Her seferinde konuyu değiştirir ya da bir türlü atlatırdım. Asla ciddi olarak onu dinlemek istemezdim. Daha da ağlarken kendime lanet ettim. Onu ciddi olarak dinlemeliydim. Diyeceklerine kulak vermeli ve görüşlerimi söyleyip bu konudan çok korktuğumu söylemeliydim ama ben her seferinde korkaklık yapmaktan başka bir şey yapmadım. Yan koltukta duran telefonum çalmaya başladığında hemen telefona bakıp başımı yola çevirdim. Ortak arkadaşlarımızdan en yakın olduğumuz Uygar arıyordu. Direksiyonu hızla sağa kırıp arabayı durdurduğumda telefonu açtım. “Uygar neler ol-“ Sözümü hızla kesip hızlıca konuşmaya başladı. “Neler olduğunu biliyorum. Neredeyse oraya geldim ve durum çok vahim gözüküyor. Akif’i arayacağım, yolda olduğunu biliyorum bu yüzden kötü düşünmeyip dikkatli arabayı sür. Onu bulduğumda seni ararım.” Cevap vermemi beklemeden telefonu kapattığında kelimelerim boğazımda asılı kaldı. Kötü düşünmemek elimde değildi. Bedenim ve ruhum aşırı huzursuzdu ve ağlamam durmuyordu. Telefonum elimde öylece dururken güneş bugünün son parlaklığını gösteriyordu. Mavi gökyüzü karanlığa bürünmek üzereydi her şeyi saklamak istercesine. Karanlığın kabuğunda birçok şey saklıydı. Bildirim sesleri arabanın içinde durmaksızın yankılanırken yeniden arabayı çalıştırdım. Sakin halimden eser yoktu. Artık sadece oraya gidip onu görmek ve sıkıca sarılmaktan başka bir isteğim yoktu.

Dakikalar saatlere dönüşürken en ufak bir arama almadığım için içimdeki endişe beni yiyordu. İçimi kemiriyor, yok ediyordu. Uzaktan görmeye başladığım yoğun ateş dumanları korkunç olayı haber veriyordu. Yolda yavaş yavaş trafik olmaya bile başlamıştı. Kısa süreli hızla geçen ambulansların yürek yakan sesiyle yanıyordu kalbim. Arabalar iyice birbirine girerken ilerleyemez hâle gelinmişti bu yüzden telefonumu elime alıp arabadan indiğimde arabayı kilitledim. Bundan sonrası olan birkaç kilometreyi koşarak gidecektim. Çıkan yangın o kadar büyüktü ki saatler geçmesine rağmen daha söndürülememişti. Tüm üç büyük bina gözler önünde yanmaya devam ediyordu. Koşmaya başladığımda arabaların dibinden geçtiğim için arkamdan bağırışlar koparken onları duymuyor, öylece koşuyordum. İtfaiyecilerin olduğu alana geldiğimde boğaz acısından dolayı öksürmeye başladım. Duman aldığım her nefeste ciğerlerimi yakıyordu. Hızla etrafa bakındığımda ne Akif ne de Uygar gözüme çarpmıştı. Koşuşturan onca insan arasında ikisi dışında tanımadığım bir sürü insan vardı. Savaş alanından farksız olan bu yerde korkuyla yürümeye başlarken birden kolumdan tutulup itilmemle kendimi yerde bulmuştum. “Buradan daha ileri gidemezsiniz. Hemen geri dönün!” Yerden kalkacak gücüm bile kalmamışken tek kolumdan destek alarak polise doğru dönmüştüm. “Burada çalışan bir tanıdığım var, lütfen daha ileri gitmeme izin verin.” Sesim güçsüz ve kısık çıksa da karşımda yukarıdan bakan polisin beni duyduğunu biliyordum.

Yeniden tutulup sarsılmamla başımı döndürdüğümde tanıdık bir yüzle karşılaştığım için gözyaşlarım yeniden akmaya başlarken sıkıca Uygar’a sarıldım. “Onu buldun mu? Nerede?” Sorularımı sorarken ondan ayrıldığımda yavaşça beni ayağa kaldırmış, koluna girmeme izin vermişti. “Onu buldum, benimle gel.” Sesinde en ufak bir duygu olmadan, soğukça konuştuğunda bir şeylerin yolunda olmadığı belliydi. Seri adımlarla yaralıların ve vefat etmiş insanların yanlarına geldiğimizde birçok sağlık çalışanı yardım etmek için ellerinden gelenin fazlasını yapıyorlardı. Gözlerim sadece onu aramak için etrafa bakarken Uygar olduğu yerde durmuştu. “Akif nerede?” Başımı ona döndürdüğümde o, siyah bir torbaya bakıyordu. “Bana gerçek olmadığını söyle!” Gözyaşlarım yağmur gibi dökülürken güçsüz bir çığlık atarak dizlerimin üzerine düştüm. “Bir adamı kurtarırken üzerine yanan bir tahta düşmüş. Adam evden çıkabilmiş fakat itfaiyeciler onu kurtarana kadar çok geç olmuş ve beyin ölümü gerçekleşmiş. Çok üzgünüm Papatya, başın sağ olsun.” Hıçkırıklarım ve gözyaşlarım ruhumu yerinden sökerken sadece sarılabilerek ağlıyor ve çığlıklar atıyordum. “Böyle olmaması gerekliydi, hayır! Bana anlatacaktı daha. Neden böyle düşündüğünü söyleyecekti.” Ruhum üzüntüyle yanarken Uygar’ın eli ancak saçımda geziyor, sarılmaktan başka bir şey yapamıyordu. “Neden Uygar? Neden bunu yaşamak zorundaydı? Niye?” Cevapsız bırakılacak sorularımı sormaya devam ederken yanımıza gelen sağlık çalışanıyla sakinleşmek zorunda kaldım. Kendimi dizginlemeliydim.

“Akif Bey’in nesi oluyorsunuz?” Başım üzüntüyle öne düşerken parmağımdaki yüzüğe gözyaşları içerisinde buruk bir gülümseme yolladım. “Nişanlısıyım ve ailesi sadece benim.” Benden başka bir yakını uzun zamandır yoktu, olmayacaktı. “Size yardım edeceğim hanımefendi.” O gün bana öyle seslenen adam Akif’in kurtardığı adamdı ve dediğini de yapmıştı. Gün içerisinde de aslında bana söyleyemediği şeyi öğrenmiş ve yeniden gözyaşlarına boğulmuştum. Uzun zamandır bana bahsetmek istediği şey organ bağışçısı olduğunu ve bunu istediğini söylemesiymiş. Benim dinlemediğimi gördüğünde bu olaydan birkaç gün öncesinde gidip olanları Uygar’a anlatmış. Organ bağışçısı olduğunu ve böyle bir olayın başına yakın zamanda geleceğini, böyle neden yaptığımı da anladığını ve ne olursa olsun beni sevdiğini belirtmiş. Bu son isteğini hiçbir zaman dinleyemesem de isteğini yerine getirmiştim.

Kurtardığı yaşlı adam bilinen bir büyük şirketin başında çalışıyormuş. Aradan aylar geçtikten sonra beni çağırmış ve iyiliğin yayılması için bir ekip kuracağını, başında da benim olmamı istemişti. Gönüllü olduğum birçok etkinliğe baktığını söylemişti. Art niyet aramamam uzun sürmedi ve birçok iyiliğe imza attık. Onun isteğine devam ederek ve onu kalbimde yaşatarak bana kazandırdığı birçok duyguyu başkalarına kazandırmaya devam ettim. Organ bağışı sonucunda küçük bir çocuğun sağlığına kavuştuğunu görmek ve ailesiyle bir aile olmak beni daha da duygusal biri yaptı. O çocuğun her yüzüne baktığımda sevdiğimi görüyordum. İyiliğin var olduğu yerlerde umutların sönmediğini, hep var olacağını görüyor olmak hayatları değiştirdi. Katlanarak devam eden iyiliklerin bir gün yaşamı ve dünyayı değiştirmesi ümidiyle…

Ece Bozkurt

Bir Cevap Yazın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Twitter resmi

Twitter hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.