bayrakları asıyorlar,
sonra ince ince deliyorlar,
hava kuru ve boğazım yanık,
boğazdan gemileri salıyorlar…
yasaklar ardı sıra;
taş, toprak, silah ve kan!
nerede soğuk savaş?
nerede çıkar?
nerede isyan?
nerede “neo-lar”?
saçlarım evcilleşmiyor.
ellerim kurudu sarı sıcaktan.
bir kas ağrısı duydum,
boğazda ötüyor bir gemi,
kalbim filistin gibi.
kaç kurşuna satarlar barışı?
alırım tabancalar dolusu
dünya dinamit kuyusu
teoriler, metodoloji ve bilim
pratik hayatta oldu devinim.
aşılanmak istiyorum!
ve delicesine hapşırmak.
bir midyeden çıkarılan barba inci,
söylüyorum ya:
“kalbim filistin gibi.”
hapşırık dedim, şöyle en çığlıklısından
bezlerden ırak ve gözlerden iran
sahi, ne oldu bizim şu persepolis?
boğazları kapladı kökten uca talihsiz bir sis.
salyalarını akıtıyor,
yeşil çamurdan deniz.
ben ağlıyorum köşemde
insanlar bunu hak etti,
deniz küstü bize
beşer doğada; hadsiz!
bombalar, bombalar, bombalar…
aşılar, aşılar, aşılar…
dilsiz bir körpe cinci hoca,
büyü, sopa ve mısralar,
arınmak istiyorum sakura misali.
yahu kalbim filistin gibi.
inleme sesleri geliyor şimdi,
astılar her yere bayrakları,
hastane mi yoksa meydan mı?
nefessizlik mi yoksa ölüm haykırışı mı?
köpekler, horozlar ve tavuklar susmuyor!
çarpık kentleşen manzaram sıkıcı.
yol tepip geldim denizime,
o da bana pis salyalarını akıttı.
bir ateşte pişiriliyor kavruk deri
yaprak şortuyla koşturuyor uzakta,
kuvvetli bir kabile reisi.
ister avrupaya ister afrikaya kaçayım
her daim ve istisnasız
kalbim filistin gibi.
bir düş kapanı salınıyor penceremde
ibranice bir müzik kulağımda,
farsça ve arapça çığlıklarla,
rüyalarımı savıyorum.
kalbim, kalbim
en çileli organım:
duyuyorum senin nefesini,
topluyorum tüm yergileri,
daha kaç kere anlatayım?
kalbim filistin gibi.
şimal yanpınar